29 Ocak 2015 Perşembe

Yunanistan’daki gelişmeler ve önemi...

Sovyetler Birliği’nin dağılması ile birlikte dünya işçi, emekçilerinden yana güçlü bir dayanağın kalmadığı koşullarda, tek başına hakimiyetini kuran emperyalist kapitalizm, dünya işçi ve emekçi halkları üzerindeki baskı ve saldırılarını giderek artırdı. Sovyetler’in dağılması ile birlikte sadece tek kutuplu bir yapı değil, devasa yeni pazarların ortaya çıkması süreci de yaşandı. Emperyalist kapitalizm kendi hakimiyeti altında olmayan bu pazarları ele geçirmek için büyük bir hırsla harekete geçti.  Bu gelişme emperyalist ülkelere büyük bir rahatlama ve krizden uzak bir dönem geçirme olanağı yarattı.

Bu geçici barış dönemi çok uzun süremezdi ve sürmedi. 10 yıl gibi bir süre zarfında bu pazarlar ele geçirilerek paylaşıldı. Dahası bu süreçte dünya emperyalist güçlerine Sovyetler’in mirasını yağmalayarak güçlenen Rusya ve “sosyalizm” adı altında güçlü bir devlet kapitalizmi yaratan Çin gibi yeni ülkeler de dahil oldu. Yeni emperyalist güçlerin ortaya çıkması ile birlikte pazar kavgası giderek arttı ve her geçen gün daha da artıyor.

2000’li yıllara gelindiğinde emperyalist kapitalizm çok ciddi bir krizin eşiğindeydi. Ancak bunun farkında olan başta ABD merkezli kapitalist güçler, kendi kontrollerinde suni krizler yaratarak gelmekte olan büyük krizi atlatmaya, en azından ertelemeye çalıştılar. Kendi örgütledikleri yönünde ciddi kanıtlar bulunan, en iyimser durumda dahi buna göz yumdukları kesin olan 11 Eylül saldırıları ile birlikte yeni bir yıkımlar ve yağmalara dayalı savaş dönemi başlatıldı. Bu sayede hem savaş ekonomisi artırıldı, hem yıkılan ülkelerin yeniden inşası sayesinde ekonomik canlılık yaratıldı, hem de yeni sömürü alanları yaratılarak ABD merkezli emperyalist kamptaki ülkelerin ekonomik yönden rahatlatılması sağlandı.

ABD merkezli emperyalist kampın aldığı bu önlemlerle bir süreliğine ertelenen ekonomik kriz, 2008’de kapıya dayandı ve dünyanın dört bir yanında yıkıcı etkilerde bulunmaya başladı. Bugün kriz ve etkileri halen daha devam etmekte ve önümüzdeki, en azında, kısa vadede de devam edeceği görülebilmektedir.

Krizin Yunanistan’a yansımaları
İşte bu gelişmelere bağlı olarak Yunanistan’da da ciddi toplumsal dönüşümler yaşandı. Emperyalist ekonomik krizin en çok etkilediği ülkelerden birisi de Yunanistan oldu. Çok hızlı ve derin bir şekilde, geniş halk kitleleri yıkıma uğratılarak yoksullaştırıldı. İşsizlik % 25 gibi devasa boyutlara ulaştı. Bu gelişme ülkede onlarca genel grevin eşlik ettiği ciddi bir muhalif hareketlilik yarattı. Bununla birlikte bir yanda Yunanistan Komünist Partisi (KKE) ve bu süreçte oluşan Radikal Sol Koalisyon (SYRIZA) gibi sol söylemlere sahip örgütler yükselirken, diğer yanda da Altın Şafak gibi faşist örgütler güç topladı.

Bugün % 36 civarı bir oya ulaşan ve parlamentonun neredeyse yarısını kazanan SYRIZA’ya biraz daha ayrıntılı bakacak olursak görünen şudur: SYRIZA 2000’li yılların başında, çok farklı sol siyasetlerden örgütlerin bir araya gelmesi ile oluşan ve süreç içerisinde giderek gelişen bir yapılanma. Özellikle 2008 krizi ile birlikte gerek IMF tarafından, gerekse Avrupa Birliği’nin ekonomik kurmayı konumundaki Troyka tarafından Yunanistan’a dayatılan ekonomik paketler ve kemer sıkma politikaları, Yunanistan halkında giderek yükselen tepkilere neden oldu. Dayatılan kemer sıkma politikalarına karşı çıkarak halkın tepkilerini en popüler şekilde dillendirmeyi başaran SYRIZA, kısa bir sürede gücünü katlayarak artırdı.

SYRIZA’nın hükümete gelmesine benzer gelişmeler aslında ilk kez Yunanistan’da ortaya çıkmış değil. 2000’li yıllarla birlikte Venezüella, Bolivya gibi Latin Amerika ülkelerinde ve hatta ülkemizin güneyinde AKEL’in hükümete gelmesi ile birlikte, bir dizi ülkede yakın geçmişte de benzer “sol” “sosyalist” söylemlere sahip hükümetler oluşmuştu. Bu ülkelerin her birinin kendine özgü süreçleri ve farklı özellikleri elbette vardır. Burada bahsettiğimiz benzerlik “sol” “sosyalist” söylemlere sahip olan partilerin seçimlerde çoğunluğu sağlayarak hükümete gelmeleridir.

SYRIZA’nın politikaları
Tam da bu noktadan hareketle, tıpkı SYRIZA benzeri söylemlere sahip partilerin hükümete geldiklerinde yaptıkları, yapabildiklerine bakıldığında, SYRIZA’nın da yapabileceklerini tahmin etmek kolaylaşıyor. Örneğin SYRIZA’nın 2012’deki manifestosu ile 15 Eylül 2014’te hükümete gelmeleri durumunda yapacaklarını ortaya koydukları Selanik programı arasında dahi rahatlıkla çok ciddi farklılıklar görülebilmektedir. Örneğin geçmişte ileri sürülen; özel bankalar, hastaneler ve stratejik önemdeki eski kamu kuruluşlarının yeniden millileştirilmesi, NATO üyeliğinden çıkılması gibi vaatlerin geri çekildiği ve bunun yerine özellikle AB ile çatışmadan, uzlaşı içerisinde “sosyal adaletin sağlanması” yönünde adımlar atılmasının hedeflendiği görülebilmektedir.

SYRIZA’nın yapabilecekleri
Bu noktada SYRIZA’nın ne yapabileceği, nereye kadar ilerleyebileceği ile ilgili bazı olasılıkları ortaya koymakta fayda vardır. Öncelikle SYRIZA’nın devrimci bir program ve buna bağlı kapitalist düzeni ortadan kaldırmaya yönelik devrimci bir perspektifte olmadığını belirtmek gerekiyor. SYRIZA mevcut kapitalist düzen içerisinde elde edilebilecek bir dizi reformlarla özellikle yoksul, emekçi kesimlerin yaşam koşullarını iyileştirmek ve kapitalist ekonomik yapılanmayı daha “işlevsel” hale getirerek ülke ekonomisini canlandırmayı hedeflemektedir. Yani SYRIZA Marksist devrimci bir programlar değil reformist bir programla hükümete gelmiş durumdadır. Zaten Marksist devrimci bir programa sahip olan partilerin hedefi burjuva demokrasilerinde hükümete gelerek, kapitalist üretim ilişkilerinin hakim olduğu bir ülke yönetiminde yer almak değil, burjuva demokrasisini ortadan kaldırarak, işçi sınıfı önderliğinde, emekçi halkların ittifakına dayalı proleter bir demokrasi örgütlenmesiyle sosyalist üretim ilişkilerine dayalı bir ülke inşa etmektir. Bu nedenle SYRIZA’dan Marksist temelde devrimci adımlar atmasını beklemek boşunadır. Ancak dünyanın dört bir yanında ve ülkemizde, bir tarafta liberal politikalara batmış olan sözde sosyal demokrat çevrelerin kendilerini de SYRIZA’yla özdeşleştirme çabaları, diğer tarafta ise devrimci söylemlerle siyaset yapma çabasında olan bazı kesimlerin SYRIZA’ya devrimci bir iktidar gömleği giydirme çabaları görülebilmektedir. SYRIZA’nın yarattığı ‘umut patlaması’nı bir şekilde kendilerine yontmaya ve bunun üzerinden prim sağlamaya çalışan bu yapıların ilk grubu bu sayede kendi liberal politikalarının üstünü örtmeye çalışırken, ikinci gruptakiler de kitlelerin SYRIZA hükümetinden büyük beklentiler içerisine girmesine ve günün sonunda SYRIZA’nın bu politikalarla hareket ettiği oranda kaçınılmaz başarısızlığı sonrasında oluşacak moral çöküntüye zemin hazırlamaktadırlar. Bu iki gruba bir de SYRIZA’nın bu yükselişinin altında yatan ve devrimci güçler açısından büyük önem taşıyan etkenleri görmezlikten gelerek yaşanan gelişmeleri tamamen değersizleştirenlerden oluşan üçüncü grup da eklenmelidir.

SYRIZA ne olduğundan daha ilerici, ne de liberallerin bulunduğu konum kadar gerici bir yapıdadır.

SYRIZA’nın yükselişinin etkenleri
SYRIZA’nın özellikle işçi, emekçi yoksul kitlelerin desteği ile bugün ulaşmış olduğu güç, Yunanistan’da ta 1900’lerin başından beri devam eden büyük mücadelelerin sonucunda ortaya çıkmıştır. Özellikle II. Dünya Savaşı ve sonrasındaki Yunanistan İç Savaşı yıllarında Nazi işgaline karşı komünistlerin önderliğinde yükseltilen büyük halk direnişi, 1960’lar ve 70’lerde Faşist Askeri Cunta yönetimlerine karşı verilen kavga ve son yıllarda emperyalist kemer sıkma politikalarına karşı büyüyen isyanın yarattığı bir karşı duruştur. Özellikle son yıllarda gerçekleştirilen 10’larca genel grev ve sokak muhalefeti sonucunda, diğer mualif güçlerle birlikte SYRIZA da güçlenmiştir. Ve dayanılamaz bir baskı altında olan işçi, emekçi yoksul kitleler çok daha sancılı bir süreci gerektiren büyük bir devrimci dönüşüm yerine, daha popüler söylemlerle mevcut düzen içerisinde nefes alma boruları yaratmayı öneren SYRIZA’ya umut bağlamayı tercih etmişlerdir. Burada esas önemli olan nokta bir çok sorunlu yönü olan SYRIZA’nın örgütsel başarısı değil, Yunanistan’da emek düşmanı emperyalist dayatmalara karşı SYRIZA’yı ve diğer ilerici güçleri destekleyen büyük bir halk kitlesinin oluşudur. Bu kitleler yukarıda da bahsettiğimiz gibi on yıllardır çeşitli vesilelerle emperyalist politikalar karşı büyük direnişler sergilemiş olan bir halkın mensubudurlar. Ve bugün yine benzer bir direnişi sergilemektedirler. AB’nin emek düşmanı dayatmalarına karşı durarak boğazlarına geçirilen ilmiği söküp atmaya çalışmaktadırlar.

SYRIZA’nın birçok farklı kesimin bir araya gelerek oluşturduğu bir koalisyon olmasına rağmen, özellikle son yıllardaki sokak direnişlerinde oluşan taban örgütlenmelerine dayanmaması, giderek tabandan kopuk bir merkezi liderlikle yönetilmeye başlanması, giderek yumuşatılan ve AB ile uyumlu hareket etmeyi tercih eder pozisyona gelen politikaları ile birleştirildiğinde, orta vadede büyük bir çöküş yaşamasının kaçınılmaz olduğu görülmektedir.

Önümüzdeki süreçteki olasılıklar
Önümüzdeki süreçte yaşanılabileceklerle ilgili olarak iki farklı olasılık öne çıkmaktadır. Bunlardan birincisi SYRIZA’nın AB kurmayları ile uzlaşarak onların da mali desteği ile kapitalist üretim ilişkilerinin temellerine zarar vermeyecek şekilde, ülkedeki sosyal adaletin geliştirilmesi ve bu sayede isyan noktasında olan yoksul kesimlerin beklentilerinin bir oranda karşılık bulmasının sağlanmasıdır. Bu olasılığın gerçekleşmesi için başta Almanya, Fransa ve İngiltere gibi AB’nin büyük güçlerinin ABD’nin de desteği ile SYRIZA hükümetine zaten bir dizi gelişmiş kapitalist ülkede var olan uygulamaları hayata geçirmesine göz yummaları gerekmektedir. Ki bu mümkündür, çünkü SYRIZA’yı destekleyen kitlelerin ondan umudunu keserek daha radikal politikaları savunan hareketlere kayması bu emperyalist güçler için çok daha büyük bir tehdit oluşturabilir. Burada belirleyici olacak olan Yunanistan’daki muhalif kitlelerin bilinç ve örgütlülük düzeylerindeki yöndür. Eğer kitleler pes etmeme ve daha radikal tavır alma yönelimindeyseler bu olasılık emperyalistler açısından en akla yatın olanı olabilir. İkinci olasılık ise SYRIZA’nın kendisini destekleyen kitlelerin beklentilerini bir nebze de olsa karşılayamayarak gücünü kaybetmesi ve kitlelerin ya daha gerici pozisyondaki faşist yapılanmalara ya da daha ilerici politikalara sahip devrimci örgütlenmelere yönelmesidir.

Devrimcilere düşen görev
Bu notada biz devrimciler açısından öne çıkan; gerek birinci, gerekse ikinci olasılıkta kitlelerin doğru bir yönelime girmelerine nasıl etkide bulunabileceğimiz sorusu olmalıdır. Bu sorunun cevabı öyle kolayca şablonlara oturtarak verilemez. SYRIZA’yı cepheden eleştirip,  ondan umudunu kesecek kitlelere güçlü bir alternatif yaratamadığımız koşullarda kitleler ya mücadeleye sırtlarını dönecekler ya da daha gerici yapılanmalara yönelecekler. Diğer yandan SYRIZA’nın günün sonunda işçi, emekçilerin sorunlarına köklü çözümler üretmesi mümkün olmayan ve kapitalist üretim ilişkilerinin ortadan kaldırılması ana sorununu önüne koymayan reformist politikalarını kitleler nezdinde teşhir etmediğimiz ve işçi, emekçi kitlelerin kapitalist düzene karşı pozisyon almalarını sağlamadığımız oranda da kimi “solcu” kesimlerin düştüğü gibi SYRIZA ‘hayalperestliği’ pozisyonlara da düşebiliriz.

Şu bir gerçektir ki; SYRIZA’nın kapitalist üretim ilişkilerini ortadan kaldırmayı temel almayan reformist politikaları hayata geçirildiği oranda kitlelerde kapitalizmi ortadan kaldırmaya gerek olmadığı, bu yapı içerisinde de insanlık yararına kazanımlar elde edilip güzel bir yaşam sürdürülebileceği yanılsaması oluşması muhtemeldir. Devrimcilerin görevi ise kitlelerin bu yanılsamaya düşmesini engellemek, kapitalizm koşullarında elde dilebilecek kazanımların ancak kitlelerin örgütlü gücü devam ettiği sürece, yani sömürenler cephesi yeniden güçlerini toplayarak karşı saldırıya geçene kadar korunabileceğini anlatmak, gerçek, kalıcı kurtuluşun; kapitalist sömürü çarklarının kırılıp, tüm devlet yapılanması ile birlikte sökülüp atılması ve yerine sosyalist üretim ilişkilerinin kurulması ile mümkün olacağını işçi emekçi kitleler nezdinde bilince çıkarmak olmalıdır.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi; SYRIZA ne olduğundan daha ilerici, ne de liberallerin bulunduğu konum kadar gerici bir yapıdadır.

Kıbrıslı devrimciler, komünistler olarak bizler açısından Yunanistan’da yaşanan gelişmeler son derece önemlidir. Tıpkı hemen diğer yanımızdaki Kürdistan’da yaşanan başta Kobane ve diğer Kürt bölgelerindeki halk direnişi gibi. Aynı şekilde Türkiye’de Haziran Ayaklanması ile başlayan ve bugün giderek işçi sınıfının belini doğrultarak yükselttiği mücadeleler, Ortadoğu’nun ve dahası dünyanın birçok yerinde halkların devam ettirdiği direnişler, her biri de insanlığın sömürüye karşı yürüttüğü ortak mücadelenin dallarıdır.


Kıbrıslı Devrimci Komünistler olarak bizler de örgütlülüğümüzü artırmalı ve yakın dönemde ülkemizi de içine alması kuvvetle muhtemel olası devrimci dalgalanmalara hazırlanmalıyız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder