13 Ekim 2012 Cumartesi

Bu kez sonuna kadar mücadele!

Lefkoşa Türk Belediyesi (LTB) aylardır bir kaosun içinde hem çalışanını hem de belediye hudutları içerisinde yaşayanları mağdur etmeye devam ediyor. Belediye çalışanlarının haftalarca süren haklı grevleri ardından Belediye'ye darbe yapan UBP hükümeti, yaptığı yasa dışılıktan geri adım atmak zorunda kaldı ancak yaptığı usülsüzlüklerle hukuk dışılığın başındaki Cemal Bulutoğulları yeniden belediyenin başına geçebildi!
Geçen altı aya yakın sürede sorunlar çözülemedi, sadece üsleri örtülmeye çalışıldı. Maaşlar geç de olsa ödense bile yatırımlar yapılmadı, Belediye içerisindeki usulsüzlükler sorgulanıp açığa çıkarılmadı, çalışanların sorunları çözülmedi tam tersine bir çalışanın hayatına mal olan Belediye içerisindeki güvesiz çalışma koşulları daha da açıkça ortaya çıktı!
Şimdi de LTB'ye TC Başbakanı'nın el attığı ve yönetimi eline alacağı söylentileri dolaşmaya başladı! LTB ne belediyeye çöreklenenlerin ne de TC kurumlarının malıdır! LTB Lefkoşa bölgesinde yaşayan halkındır ve yönetimi Lefkoşa halkının kendi ellerinde olmalıdır!
Bir yıla yakın süredir LTB'de yaşananlardan ders çıkarmanın ve bu kez mücadeleyi sonuna kadar görütmek için hedeflerimizi doğru belirlemenin zamanı gelmiştir!
Bir kez daha diyoruz ki; çalışanına düşman, kendisine ve çevresindekilere rant sağlama peşindeki bir Belediye Başkanı, Belediye’de yaratılan sorunlarda pay sahibi olan ve kendini aklama peşindeki hükümet partisi ve Belediye’de at koşturan mafya odaklarına ve dahası TC dahil hiçbir ülkenin kurumlarına teslim edilemez!
LTB başta Lefkoşa halkı olmak üzere tüm toplumun malıdır.
• LTB’nin çilesini çeken belediye emekçileri güvenli bir işe ve geleceğe sahip olmalıdır!
• Belediye’ye yapılan partizanca kadrolamalar durdurulmalı ve belli odakların Belediye’ye soktuğu iş yapmayan kişilerin işlerine son verilmelidir!
• Tüm belediye emekçileri kadrolanmalı ve eşit haklara kavuşturulmalıdır!
• Belediye bütçesi tüm borçları, verilen ihaleleri ile çalışanın ve halkın bilgisine, denetimine açılmalı, usulsüz borçlanmalar ve ihaleler derhal durdurularak bunlarla ilgili yasal işlem başlatılmalıdır!
• Belediye emekçilerinin alınterlerinin karşılığı olan maaşları zamanında ve tam ödenmeli, sosyal sigorta ve ihtiyat sandığı yatırımları eksiksiz olarak derhal yapılmalıdır!
Belediyede yaşanan sorunların köklü çözümünün yolu ise belediyenin demokratik, katılımcı bir anlayışla tüm halkın denetim ve yönetimine açılmasıdır. Bunun için LTB’den başlayarak öncelikle belediye emekçileri ve bölgede yaşayan tüm işçi, emekçiler ve halkın komitelerde örgütlenerek kendi yönetim mekanizmalarını kurmalıdırlar.
• Belediyeyi Cemal’den, mafyadan ve Hükümet odaklarının partizanlıklarından kurtarmak için Belediye Halk Komitelerini kuralım!

• Lefkoşa Türk Belediyesi’nden başlayarak tüm ülkenin halk tarafından yönetildiği halk demokrasisi iktidarı için mücadeleyi yükseltelim!

16 Eylül 2012 Pazar

Doğrudan mı yoksa Sovyet Demokrasisi mi?

KSG'li arkadaşlar geçtiğimiz günlerde “Yeni Anayasa ve Referandum!” başlığı ile bir yazı yayınladılar. Bu yazıda Türkiye'deki yeni anayasa çalışmaları ve bunun referanduma sunulacak olmasını “Doğrudan Demokrasi” siyasetleri ile birlikte ele alarak görüşlerini ortaya koydular. Dileyen ilgili yazıyı KSG web sitesinden bulup okuyabilir. Bu yazıda kayda değer bilgiler ve görüşler yer almaktadır. Ancak yazı içerisinde KSG'li arkadaşların bir hastalık haline dönüşmüş olan, sosyalist mücadele içerisinde kendileri dışındaki herkesi düşmanlaştırıp hain ilan etme saplantıları da kendini göstermektedir.

Yazının ilgili bölümünde bakın ne deniyor (önemli gördüğümüz yerleri biz işaretledik) :
Bizim solcular, bizim sözde Marksistler de işlerin doğrudan demokratik bir yöntemle ele alınışına karşıdırlar.
Niye mi?
Çünkü ve gayet bariz ve açıktır ki hepsi, ama bila istisna hepsi, ve en çok da Stalinci olduklarını ilan edenleri, hepsi Titocu, yani hepsi Troçkist-Buharinci kökenlidirler. Denecek ki, iyi ya, işte Troçkistler Stalinci Bürokrasi düşmanı vede demokrasi hayranıdırlar.
Doğru değil. Troçkizm Marksizm adına konuşan en bürokratik ve en demokrasi düşmanı, parti üyelerine karşı en konspiratör vede konspirasyonda siyasi değil gizli servis-ajan ve Türk yöntemleri -bireysel konularda bireysel yalan dolanlarla bireyleri teşhir, yıldırmak ve dıştalamak- kullanan bir akımdır.
Doğrudan demokrasiye yaklaşımlarında da bu olgu basit bir gerçek olarak hali hazırda ortaya çıkmıştır vede daha çok defalar ortaya çıkacaktır. Troçkistlere ve onların Stalinci türlerine doğrudan demokrasi demeyiniz -kımızı görmüş boğadan beter olurlar.”
Troçkizmin ne dercede sapkın ve karşı devrimci bir niteliği olduğu konusunda bir deyceğimiz yok, ama yazıda en demmokrasi düşmanı olan “bizim solcular”dan ve bunlar içerisinde “en çok da Stalinci olduklarını ilan edenler”den bahsedilince biz de merak ettik ve arkadaşlara “kimdir bu demokrasi düşmanı Stalinist görünümlü “hainler”?” diye sorma ihtiyacı hissettik!
Arkadaşlar da sağolsunlar oturup kafa patlatmışlar ve bu “insanlık ve demokrasi düşmanı Stalinist görünümlü gizli Troçkist hainleri”n kim olduklarını gözler önüne sermişler. Sağolsunlar diyoruz, çünkü bu sayede bizler de ne halt olduğumuzun bilincine varmış olduk!
Hal böyle olunca bize de gözler önüne serilmiş olan hali ahvalimizi gözlerden daha fazla gizlemeye çalışmaktan vazgeçerek açıkca ortaya sermek düştü!

Geçmişi bilmeden bugün anlaşılamaz
Konuyu sağlıklı bir şekilde ele almak için filmi biraz geriye sarmak ve bu tartışmaların başladığı 2011 yılı başına gitmek gerekiyor. Hatırlanacağı gibi geçtiğimiz yılın başlarında emperyalizmin Ortadoğu'yu çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirme operasyonu olan “Arap Baharı” ortalığı kasıp kavururken, ülkemizde de TC tarafından dayatılan “Yıkım Paketleri”ne karşı toplumsal bir muhalefet gelişmiş ve “Toplumsal Varoluş Mitingleri” adıyla iki tane büyük katılımlı miting düzenlenmişti. 2 Mart günü katılımın daha da artarak yapıldığı ikinci mitingin hemen ardından 3 Mart günü Kıbrıs Postası haber sitesinde Tufan Erhürman'ın “Demokrasinin gereği” başlığı ile bir yazı yayınlandı. Bunun üzerine o dönem üyesi, hatta yöneticisi konumunda olduğumuz KSP'nin üyesi olan, fakat KSG çatısı altında partiden bağımsız hareket eden arkadaşlar KSP MK'sı bilgisi dışında ve tam da KSP III. Kongresi öncesinde Tufan Erhürman'ın yazısına cevaben “Doğrudan Demokrasinin Gereği” başlığı ile bir yazı yayınladılar. (http://www.st-cyprus.co.uk/webgazette_tr/index.php?option=com_content&task=view&id=1319&Itemid=1)

Yayınlanan bu yazıda bir yandan Erhürman'ın yazısında ortaya koyduğu demokrasiye ve mücadeleye inançsızlık yayan görüşleri haklı bir şekilde çürütülürken, diğer yandan da bizlerin o döneme kadar KSP temel siyasetlerinden birisi olarak sahiplendiğimiz “Doğrudan Demokrasi”(DD) konusunda hem fikir olmadığımız bazı görüşler ortaya atıldı. Dahası bunlar bizim yaklaşan parti kongresinde partinin adının bu siyasete bağlı olarak “Doğrudan Demokrasi Komünist Partisi” olarak değiştirilmesini önermeye hazırlandığımız bir süreçte yaşandı. Bunun üzerine bizler 23 Mart 2011 tarihinde çıkan Gelecek Gazetesi 4. sayısında KSG'li arkadaşların ortaya koydukları DD anyayışı ile hem fikir olmadığımızı ortaya koyan, “Doğrıudan Demokrasi Üzerine” başlıklı bir yazı kaleme aldık.(http://www.gelecekgazetesi.net/index.php/lang/tr/cat/7/col/142/art/2985)

Bu yazıda özetle; bizim KSP'nin temel siyasetlerinden biri olarak kabul edilen ve “İnternetin Ağında” kitabında ortaya konan DD anlayışı ile (http://www.st-cyprus.co.uk/webgazette_tr/index.php?option=com_content&task=category&sectionid=10&id=31&Itemid=50) ilgili yazıda KSG'li arkadaşlar tarafından ortaya konan DD anlayışı arasında bir farklılaşma gördüğümüz, bu farklılaşmanın ilgili yazıda DD'nin burjuva koşullarda, dahası Kıbrıs'ın kuzeyindeki işgal rejimin koşullarında uygulanabilirliğinden kaynaklandığını belirttik. Bunun gerçekten de yaşanmakta olan bir farklılaşma ise, DD siyasetinin temmellerini atan aynı arkadaşların bu yazıyla kendi oluşturdukları siyasetten uzaklaşmakta oldukları, dahası bu siyaseti reformist bir çizgiye taşıyor olduklarının altını çizdik. Bu elbette olası bir durumdu, ne de olsa tarih Plehanov, Kautski, Troçki gibi bir dönem Marksizmin önder teorisyenleri olan ve daha sonra Marksizme düşman konumlara kayan kişiliklerle doludur.

İlginçtir ki bizim bu yazımızdan sonra arkadaşlar tek bir kelime dahi cevap verme ihtiyacı hissetmediler. İyi niyetli düşünürsek bizim bu yazımızdan haberdar olmadılar. Bu elbette olası bir durumdur, her ne kadar da bizim yayınlamaya başladığımız Gelecek Gazetesi'ni “Marksizm düşmanı” içeriğe sahip olarak görseler de her bir yazısını mutlaka okuyacaklar diye bir kural olamaz.

III. KSP Kongresi ve ayrışma
DD konusundaki farklılaşma ile ilgili tartışmalar KSP III. Kongre süreci başlayana ve ele alınacak karar tasarıları KSP MK'sına sunulana kadar kesilmiş oldu. KSP kongresinde ele alınmak üzere bizler MK'ne parti isminin DD vurgusu yapacak şekilde değiştirilmesini öneren bir tasarı sunduk, KSG'li arkadaşlar ise DD'nin içeriği ile ilgili yeni bir karar tasarısını MK'ne sunmayı uygun buldu. Bu noktadan itibaren DD konusundaki tartışmalar yeniden başladı. Tartışmanın merkezinde ilk baştaki DD'nin bir reform talebi olarak ileri sürülmesinden farklı olarak, DD'nin bir reform talebi olmadığı, ancak bizlerin algıladığından farklı olarak bu yönetim biçiminin işçi sınıfının iktidarı ele geçirmesi ve sosyalist inşaaya başması ile birlikte ortaya çıkacak olan proleterya diktatörlüğünün bir yönetim biçimi olarak ortaya konuluyor oluşuydu.

Arkadaşların bizleri Troçkist insanlık düşmanları olarak ilan ettikleri son yazılarında İngiltere'de kurdukları DDKP'nin programından alıntı yaparak bir kez daha ortaya koydukları görüşler şöyleydi:Bu dönüşüm döneminde kullanılması gereken demokrasi türü internet üzerinden uygulanan doğrudan demokrasidir. Parti proleter demokrasisi (proleterya dikdatörlüğü) olan doğrudan demokrasiyi elde etmek için burjuva demokrasisi (burjuva dikdatörlüğü) şartlarında çalışır. Doğrudan demokrasi her bir vatandaşın devlet yürütmesinde yer almasıdır ve böylece bildiğimiz türüyle siyasi devletin sonudur.' ( 6 Temmuz 2007 Doğrudan Demokrasi (Komünist) Partisi Programı'ndan)” (http://www.st-cyprus.co.uk/webgazette_tr/index.php?option=com_content&task=view&id=1361&Itemid=1)

Bu konuda bizim hemfikir olmadığımız temel iki nokta bulunmaktaydı; birincisi Sovyetler Birliği deneyiminde ortaya çıkan ve Lenin ile Stalin tarafından insanlığın o güne kadar gördüğü en demokratik yönetim biçimi olduğunu vurgulayarak tüm III. Enternasyonal partilerine bu en gelişmiş demokrasi biçimini kendi ülkelerindeki işçilere ve halka anlatma, tanıtma ve kendi ülkelerinde de böylesi bir demokrasinin hayat bulabilmesi için mücadeleye örgütleme çağrısında bulundukları sosyalist “Sovyet Demokrasisi” dururken ve bu demokrasi biçimin günün koşullarına bağlı olarak insanlığın elde ettiği teknik gelişmelerle birlikte daha da gelişeceği ve mükemmelleşeceği ortadayken, farklı bir adla, içerikte çok da farklı olmayan yeni bir demokrasi biçimi “icat etmenin” ne gibi bir anlamı olduğunu anlayamayışımızdı. Çünkü bu tartışmalar üzerine bu konuda daha detaylı bir inceleme ve teorik araştırma yapma ihtiyacı hissetmemiz üzerine görüyorduk ki aslında arkadaşların DD diye ortyaya attıkları demokrasi biçimi, Sovyetler Birliği'nde sosyalizmin inşaası ve komünizme geçiş süreci kesintiye uğramasaydı süreç içerisinde zaten elde edilecek olan teknik gelişmelerle arkadaşların ortaya attıkları biçime benzer bir şekilde Sovyet Demokrasisin içerisinde hayat bulabilecekti, tek bir farklılıkla; proleterya diktatörlüğü koşullarında her bir vatandaşın devlet yönetiminde yer alamayacağı, ki bu da bizim hem fikir olmadığımız ikinci noktayı oluşturmaktaydı. Çünkü proleterya diktatörlüğü koşullarında nüfusun küçük bir azınlığını oluşturan sömürücü sınıfların tekrardan iktidara gelebilmelerini önlemek ve sınıfsal olarak yok olmalarını sağlamak için tüm seçme ve seçilme, hele hele karar alma süreçlerine katılma haklarının ellerinden alınmak durumunda olunduğu bir süreçte bu kesimlere söz konusu hakları da tanıyacak şekilde “her bir vatandaşın devlet yürütmesinde yer alması”nı savunmanın Marksist-Leninist proleterya diktatörlüğü siyasetini Kautsky tipi ayaklar altına almak olduğunun bilincindeydik. Tabi burada ele aldığımız proleterya diktatörlüğü dönemi, KSG'li arkadaşların son yazılarında çarpıtmaya çalıştıkları gibi, proleter devrimin tüm dünyada henüz zafer kazanamadığı ve sosyalizmin inşasının tamamlanma ve komünizme geçiş sürecinin başladığı koşullarda proleterya diktatörlüğünün biçim değiştireceği ve ülke içine yönelik değil, kapitalist kapmtaki sömürücülere dönük bir niteliğe bürüneceği dönemle alakası olmayan bir süreçtir.

Bunun en önemli kanıtı 1936 yılında Sovyetler Birliği'nde Stalin Anayasası olarak da bilinen yeni anayasa tartışmaları sırasında ortaya konanlardır. Bu yeni anayasada en önemli tartışma Stalin ve ona yakın ekibin Sovyetler Birliği'nde sömürücü sınıfların artık ortadan kalkdığını tespit ederek 1917 Ekim Devrimi ile birlikte üzerlerinde baskı kurulan bu kesimlerin artık sınıfsal bir nitelikte var olmadığı koşullarda ve sömürünün baskısından kurtulmuş olan işçi, emekçi kitlelerin bilinç ve örgütlülük düzeyindeki muazzam gelişme ile birlikte 17 yıla yakın bir süredir seçme, seçilme ve karar alma süreçlerinden dışlanmış olan eskinin sermayedarları, büyük toprak sahipleri ve dahası karşı devrimci Beyaz Ordu mensuplarını da kapsayacak şekilde tüm Sovyet vatandaşlarına eşit seçme ve seçilme hakkının tanınması gündeme gelebilmiştir. Bu yapılırken elbette bu kesimlerin Sovyetler Birliği dışındaki emperyaslit kamptan destek alarak işçi sınıfı iktidarına karşı iş başı yapabilecekleri olasılığı göz ardı edilmedi. Ama Stalin ve çevresindeki önderlik geçen 17 yıllık proleterya diktatörlüğü koşullarında kendini garantide hisseden ve bu nedenle kitlelerle bağları giderek zayıflayan parti içi brokrasinin de Sovyetler Birliği'nin geleceğini tehlikeye attığının farkındaydı. Tam da bu nedenle herkesin seçme ve seçilme hakkını kazanması ile birlikte yapılacak olan seçimlerde kitlelerden kopan ve bürokratlaşan yerel parti liderliklerinin kendi çıkar ilişkilerine bağlı olarak göstereceği adaylar seçilemediği koşullarda bürokratlaşan bu kesimin kendiliğinden deşifre olacağı ve parti içindeki konumlarının sarsılacağını biliyordu. Burada bizim yazımızda ele aldığımız konu ile ilgili olan temel nokta tüm bu tartışmaların sosyalist devrimden 17 yıl sonra yapılıyor oluşudur. Yani baskı altında tutulması gereken, üzerinde proleterya diktatörlüğü kurulması zorunlu olan sınıfların artık yok olduğu koşullarda ancak her bir yurttaşa seçme, seçilme hakkı tanınmasının tartışılmaya başlamasıdır. Buradan elbette, bunun tartışılması için ille de 17 yıl geçmesi gerektiği sonucunu çıkarmıyoruz, çıkan sonuç sürenin ne kadar olduğu değil, baskı altına alınan kesimler üzerindeki seçme seçilme gibi hak mahrumiyetinin sona erdirilmesinin bu sınıfların yok olması ile bağlantılı olduğudur.

Konumuza dönecek olursak, yukarıda bahsettiğimiz tartışmalar ortaya çıkana ve DD konusundaki farklı yaklaşımlar gözler önüne serilene kadar, bizler Marksist-Leninist(ML) ideolojinin temellerinden birisi olan proleterya diktatörlüğü siyasetini dikkate alarak, DD'nin ancak sosyalizmin inşasının tamamlanması, proleterya diktatörlüğü yöntemiyle baskı altına alınması gereken sömürücü sınıfların ortadan kalması ile birlikte komünist toplumun kendi kendini yönetim biçimi olarak hayat bulabileceği görüşünü savunduk ve bunun KSG'li arkadaşların da paylaştığı bir siyaset olduğu kanısındaydık. Bunun kaynağı ise DD siyasetinin ortaya konulduğu daha önce de bahsettiğimiz “İnternet'in Ağında” kitabındaki görüşlerdi. Ya biz okuduğumuz şeyleri doğru kavramamıştık ya da arkadaşlar bu siyaseti ortaya koyarken sahiplendikleri proleterya diktatörlüğü anlayışından uzaklaşmışlardır. Hangisi olursa olsun kesin olan, bu konuda KSG'li arkadaşlar ile aramızda ciddi bir ideolojik farklılaşmanın ortaya çıkmış olduğudur.

KSP III. Kongre sürecinde DD konusunda KSG'li arkadaşlarla yaşadığımız bu ayrışma sonucunda bizler DD siyaseti ile ilgili yaklaşımlarımızı gözden geçirmek ve bu konuda ML siyaseti daha ayrıntılı bir şekilde inceleme gerekliliğinin farkına vardık. Bu bizim açıklıkla kabul etmek durumunda olduğumuz bir eksikliğimizdi. Çünkü bizler güvendiğimiz ve siyasi önder olarak kabul ettiğimiz kişilerin ortaya koydukları yaklaşımları kabullenmeden önce bunların ML siyasetle ne kadar uyumlu olduğunu incelemenin bizzat her bir komünistin yapması gereken şey olduğunu akıllarımızda tutamadık. Bu hatamız bize biraz pahalıya mal oldu. Önemli olan ise bundan sonraki süreçlerde ML'yi en iyi şekilde incelemek ve ML siyasetin her türlü çarpıtılmasına karşı çok daha uyanık olmayı başarabilmektir.

Bu noktadan sonra yapmamız gerekeni yaptık ve bu konudaki netleşme sağlanana kadar DD siyaseti ile ilgili savunularımızı askıya aldık. Bu bağlamda parti isminin DD vurgus yapılarak değiştirilmesi yönündeki karar tasarımızı geri çektik. Ancak KSG'li arkadaşların DD ile ilgili karar tasarıları kongreye sunuldu. III. Kongre'de DD karar tasarısı dışındaki geriye kalan tasarıların 8'i oybirliği, bir tanesi ise üyelerin %90'ının oyu ile kabul edilirken, DD karar tasarısı konusunda ortaya çıkan sonuç parti içindeki bu konuyla ilgili kafa karışıklığının göstergesi olmuştur. KSG'li arkadaşlar tarafından önerilen DD konusundaki karar tasarısı ele alınırken bizler tüm itirazlarımızı ve muhalefetimizi ortaya koyduk. Buna rağmen karar tasarısı oylaması sırasında oylamada hazır bulunan parti üyelerinin yarısından bir fazlasının kabul oyu, geriye kalan üyelerden ben ve bazı yoldaşlarımın red, bazı yoldaşlarım ise bu konuda yeterli tartışma yapılmadığı düşüncesi ile çekimser oyu ile bu tasarısı kabul edilmiştir.

Demokrasi sevmeyen demokrasi savunucuları
Mayıs 2011'de gerçekleşen III. Parti kongresinde yaşanan tartışmalar sadece DD konusundaki karar tasarısı ile sınırlı kalmamıştır. Ancak bu yazının konusu olan DD siyaseti ile ilgili olmadığı için onları bu yazıda ele almak gereksizdir. Sadece şunu belirtmekte fayda vardır; DD savunuculuğu yapan KSG'li arkadaşlar gerek kongre öncesi süreçte gerekse kongrede takındıkları tavırlarla ne kadar demokrasi karşıtı olduklarını gözler önüne serdiler. Kongerde oylamalara katılacak parti üyelerini dahi kendileri belirlemeye çalışan, çoğunluğu sağlayamayacaklarını anladıkları anda “çok saygın” parti üyelerini baskın usulü kongreye getirden, daha ilk tasarı ele alınmaya başladığı andan itibaren “blok” şeklinde hareket ederek, kendi “blok”larında yer almayanları Troçkist, Titocu anti-Marksistler olarak yaftalamaya ve üyeler üzerinde baskı kurmaya çalışan bu arkadaşlar, seçilemeyeceklerini gördükleri için Parti MK'sına tek bir aday bile önermediler ve “Nefeslerinin yeni seçilen MK'nın ensesinde olacağını” ilan ettiler. Kongre sonrasında yaşanan süreçte ise parti disiplinini hiçe sayan, “MK'nın kararlarını tanımıyorum” diyebilecek kadar ileri giden bu arkadaşların demokratlıkları günün sonunda partinin içinden çıklamaz bir kaosa sürüklenmesine neden olmuş ve kongreden sadece üç buçuk ay sonra aralarında tüm MK üyelerinin da bulunduğu bizleri topluca partiden istifa etmek zorunda bırakmışlardır. İstifa gerekçelerimizi ayrıntılı bir şekilde kamuoyu ile paylaşmıştık o nedenle bu yazının ana konusundan daha fazla uzaklaşmamak için bunları anlatmaya gerek yoktur. Dileyen ilgili yazıyı okuyabilir.(http://www.gelecekgazetesi.net/index.php/lang/tr/cat/269/news/13449)

Bu noktada şunu da belirtmekte yarar vardır, bizler DD siyaseti ile ilgili yaşanan ayrışmadan sonra ne KSP'den isitifa ederken ne de daha sonra Devrimci Komünist Birlik'i kurarken, tıpkı KSP III. Kongresinde yaptığımız gibi, KSG'li arkadaşların son yazılarında yapmaya çalıştıkları çarpıtmanın aksine DD siyasetini sahiplenmedik. Gerçekte olan inanmak istenilen değil, yaşananlardır...

Kendini beğenmişilik ve hastalıklı ruh hali
Bugüne kadar yaşanan süreci ortaya koyduktan sonra KSG'li arkadaşların son yazılarında ortaya koydukları ML siyasetten sapmaları ve bize dair ortaya attıkları ithamları kısaca ele almak gerekiyor.

En baştan alacak olursak; KSG'li arkadaşların geçtiğimiz sene bu yazının başında belirttiğimiz Tufan Erhürman'a cevaben yazdıkları yazıda ve dönem dönem kaleme aldıkları bildirilerde de benzer şekilde ortaya koydukları; mevcut burjuva iktidarı ve dahası işgal koşullarında sınıfsal nitelikli bir iktidar değişikliğinin gerekliliğini ortaya koymadan savundukları DD siyaseti, bu yapıldığı oranda reformist bir siyasettir. Unutmamak gerekir ki tüm usta reformistler de bir çok bildirilerinde devrimden, sosyalizmden bahsedebilmekte, kimi devrim sorunlarını ele alırken ise bunu mevcut burjuva iktidarından elde edilebilir reformlar şeklinde halka sunmaktadırlar. Yani halkı sahte umutlarla uyutmaya hizmet etmektedirler. Bunun en güzel örneği Sovyetler Birliğin'de hayat bulan Sovyet Demokrasisi'ne karşı “Saf Demokrasi” savunusuyla ortaya çıkan, hem de bunu sınıf mücadelesi ve proleterya diktatörlüğü siyasetlerini ortaya koyan Marks'ı bu siyasetleri ile birlikte sahiplenidğini iddia eden, dönemin büyük döneği Kautsky'dir.

Bu nedenle KSG'li arkadaşlar devrim sorunu olan konuları ele alırken Erhürman'a cevaben yazdıkları yazının aksine, eğer hala daha bir devrimci dönüşümün zorunluluğuna inanıyorlarsa, önerdikleri şeylerin ancak bir devrimle hayat bulabileceğini ortaya koymak durumundadırlar. Tabi eğer siyasette belirleyici olan niyet değil sonuçsa ve KSG'li arkadaşlar halkı yanlış bilinçlendirip, zararlı işler yapmak istemiyorlarsa.

Bu iyi niyetli temennimizden sonra biraz daha gerçekçi olarak şunu ortaya koymak zorundayız ki; KSG'li arkadaşlar insanlığın bugüne kadar gördüğü en gelişmiş ve en demokratik yönetim biçimi olan Sovyet Demokrasisini yok sayıp, yeni bir şey icat etmiş olmanın verdiği küçük burjuva kendini beğenmişlikten kurtulmak durumundadırlar. Çünkü icat ettiklerini sandıkları demokrasi biçimi o günün verdiği imkanlarla ve mümkün olsa bugün sahip olunan imkianlarla daha da mükemmel bir şekilde Sovyet Demokrasisinde vardır. Tek bir farkla proleterya diktatörlüğünün niteliğine uygun olarak tüm karar alma süreçlerinde her bir vatandaşın değil, tüm işçi, emekçi kitlelerin yer alması sağlanarak. Görevini yerine getirmeyen seçilmişleri her an görevden alarak. Yani temsili demokrasiyi o günün koşullarında mümkün olan en ileri şekilde ortadan kadırıp, işçi, emekçi kitlelerin kendi kendilerini yönetecekleri o gününn koşullarında mümkün olan ve bugün olsa mikro çip teknolojisi ile daha da mükemmel şekilde uygulanacak olan en gelişmiş demokratik mekanizmaları kurarak. Bugün mikro çipiler, yarın belki de çok daha mükemmel araçlar, ama bu uygulanacak olan demokrasi biçiminin niteliğini değiştiren yani işçi, emekçi kitlelerin sömürücü sınıfların seçme, seçilme haklarını ellerinden alarak kuracakları proleterya dşiktatörlüğünü ve bunun Sovyet tipi örgütlenmesinin niteliğini değiştiren şeyler değildir.

Sovyetler Birliği'nde Bolşevikler böylesi bir proleterya demokrasisini hayata geçirirken, Kautsky ve hempaları Sovyet Demokrasisi'ni görmezden gelmeye ve burjuvazinin uydurduğu “saf demokrasi” çığırtkanlığını yapmaya soyunmuşlardı. İşte bu nedenle KSG'li arkadaşların Sovyet Demokrasisini görmezden gelerek sanki yeni bir şey icat etmiş gibi ortaya çıkmaları tam da Kautsky tipi bir ham kafalılıktır. Hem de daha tehlikeli bir ham kafalılık. Çünkü o dönemde bu ham kafalara ağızlarının payını verecek, yarattıkları bilgi kirliliğini dağıtacak koskoca bir Sovyetler Birliği ve onun başında Lenin ve Stalin gibi önderler vardı. Ancak bugün Sovyet deneyimine her türlü saldırının yapıldığı koşullarda, insanlığın bu devasa deneyim ile ilgili çok sınırlı bir bilgiye sahip olduğu koşullarda bu bilgilerden haberdar olan KSG'li arkadaşların da sırf yeni bir şey icat etmiş olmanın mutluluğunu ve Marksizme bir şey katmış olmanın( hem de bunu yapmayarak) bahtiyarlılığını duymak için aynı yolu tutmaları olsa olsa en iyimser durumda Marksizim adına Marksizmin deneyimlerini ve kazanımlarını yok sayan bir küçük burjuva ham kafalılık olabilir. Hele hele bu Lenin'in “Proleterya Devrimi ve Dönek Kautsky” eserinde yerle bir ettiği Kautsky vari demokrasi havarisi kesilip, proleter devrimi ve bununla birlikte kurulacak proleterya diktatörlüğünü “her bir vatandaşın devlet yürütmesinde yer alması”na bağlamak ham kafalıktan da öte Marksizmi Kautsky vari hiç etmektir. Lenin'in söz konusu eserini okuyanlar Kautsky'nin de kendi sakat siyasetini savunurken kendince demokrasinin sınıfsal karakterini dikkate aldığını sandığını görürler. KSG'li arkadaşlar da kendi sakat siyasetlerinin demokrasinin sınıfsal karekterini dikkate aldığından hareketle bunun Kautsky'nin sakat siyaseti ile benzeştirilemeyeceğini iddia ediyorlar. Halbuki proleterya diktatörlüğü konusunda Leninist yaklaşımla, Kautsky tipi anti-Marksist yaklaşım arasında yaşanan ayrışma tam da KSG'li arkadaşların yaptığı gibi, Kautsky'nin demokrasi havarisi kesilip, proleterya diktatörlüğünün anti-demokratik olduğunu savunması ve sömürücü sınıflar üzerinde baskı kurmaya karşı çıkmasından kaynaklanmaktaydı. KSG'li arkadaşlar da buna benzer bir şekilde bizleri “diktatörlük sevdalıları” olarak ilan edip, ML proleterya diktatörlüğü siyasetini ayaklar altına alıyorlar. Çünkü Marks ve Lenin tarafından proleterya diktatörlüğü ile ilgili ortaya konanlara bakıldığında açık bir şekilde görülmektedir ki; proleterya diktatörlüğü döneminde baskı altına alınması zorunlu olan sömürücü sınıfların bulunduğu koşullarda herkes için demokrasiden bahsedilemeyeceği, proleterya demokrasinin sömürücü azınlığı baskı altına alıyor olsa bile burjuva demokrasisinden kat ve kat daha gelişmiş bir demokrasi olduğu ve dahası küçük bir azınlık olan sömürücü sınıfların baskı altına alınmasının nedeninin eskinin sömürücülerinin de dahil olduğu tüm insanlığın kurtuluşu için gerekli olduğudur. Bu konudaki Leninist yaklaşımı kavramanın en iyi yolu Lenin'in ilgili eserini okuyup KSG'li arkadaşların DD siyasetinin sınıfsal karakteri nasıl hesaba kattığını kendilerinin tespit etmesidir.

KSG'li arkadaşlar bu konudaki küçük burjuva kedini beğenmişliklerinden kurtulmadıkları sürece özünde ML'nin çarpıtılması olan DD siyasetlerinden ve bunun sonucunda vardıkları proleterya diktatörlüğünün reddi pozisyonundan kurtulamayacaklardır. Dahası bu küçük burjuva ruh halleri onları kendilerinin ML siyasetten bu sapmaları ile hemfikir olmayanları Troçkist-Buharinci-Titocu, dahası demokrasi ve insanlık düşmanı olarak ilan etme noktasına sürüklemeye devam edeceklerdir. Ve bu ruh hali son derece tehlikeli ve mücadeleye zarar veren sonuçlara neden olmaktadır. Durup aklı selim bir şekilde etraflarına bakarlarsa 30 yılda kendi “yüce” siyasetlerine kaç kişi kazandırabildikleri, bunu yaparken de kaç kişiyi düşmanlaştırıp Troçkist-Titocu vs. ilan ederek mücadeleden soğuttukları ortadadır.

KSG'li arkadaşlar “bana yoldaşını söyle sana siyasetini söyleleyim” diyorlar. Bizler devrimci mücadeleye katkı koyan her bir unsurla, farklılıklarımızı gizlemeden ortak paydada iş yapmayı reddetmedik ve etmeyeceğiz. KSG'li arkadaşlar ise daha dün tıpkı şimdi bize yaptıkları gibi Troçkist, Anti-Marksist ilan ettikleri, parti siyasetini bile tam kavrayamamış kişilerle yoldaşlık etmeyi uygun bulabiliyorlar. Ne demişler; aynası iştir kişinin lafa bakılmaz!

Bizlerin tek ülkede sosyalizmin zaferi ve komünizmin inşaasının mümkün olduğu konusunda tek bir itiraz noktamız olmamasına, burjuva iktidarı koşullarında gerek düzenin anti-demokratikliğini teşhir etmek gerekse işçi, emekçi halkın yaşam koşullarını mümkün olan kazanımları elde ederek iyleştirmek için en aktif şekilde demokrasi mücadelesini sahiplenmemize ve mevcut tüm örgütlenmelerde karar alma süreçlerinin mümkün olan en demokratik yöntemlerle yerine getirilmesini savunmaya ve elde etmeye çalışmamıza rağmen bizleri işçi, emekçi kitlelerin karar alma süreçlerinde söz sahibi olmasından ve demokrasiden korkan, demokrasi düşmanları olarak göstermeye çalışmak olsa olsa hedef şaşartmaya çalışmak ve geçmişte kendi yapıları içerisinde uygulamaya çalıştıkları anti-demokratik yöntemleri gizlemeye çalışmak olabilir.

Bizler geçmişte olduğu gibi bundan sonra da, KSG'li arkadaşların aksine, en tutarlı şekilde Sovyet Demokrasisini örnek alarak, en demokratik karar alma süreçlerinin savunucusu ve uygulayıcısı olmaya devam edeceğiz. Bunu yaparken de KSG'li arkadaşların aksine gizlememiz gereken demokrasi düşmanı karar alma yöntemlerimiz olmadığı için, burjuva diktatörlüğü demek olan kapitalizm koşullarında, burjuvajinin halkı uyutmak için ortaya attığı “Doğrudan Demokrasi” sahtekarlığına sarılmayacağız.

Çünkü bizim sarılabileceğimiz çok daha sağlam, çok daha demokratik ve dahası insanlığın yaşayarak tanıklık ettiği Sovyet Demokrasi vardır.

Çünkü insanlığın her geçen gün daha da ileri bir düzeyde sahip olduğu teknoloji ile sosyalizmin ve komünizmin kuruluşunda en mükemmel şekilde kullanabileceği, burjuva fikirlere en ölümcül darbeleri vurmasını sağlayacak Sovyet Demokrasimiz vardır.

Yeterki ML geçinenler Marsizm-Leninizm'in ve bunun en önemli pratik yansıması olan Sovyetler Birliği'nin birikimlerini ve kazanımlarını kavrayıp kendilerini donatsınlar ve düşman yaratmak yerine bunları kitlelerle buluşturmanın yollarını bulup, işçi, emekçilerin bu deneyimlerden haberdar olmalarını, kendilerinin de tıpkı Bolşevikler gibi devrimci bir ruhla örgütlenirlerse engüçlü burjuvazi iktidarını dahi devirebileceklerinin bilincine varmalarını sağlasınlar.

Bizim tüm çabamız işte bu yöndedir...

EK 1
KSG'li arkadaşlar yazımıza anında cevap vererek şöyle demişler:
Dogmatizm buna denir. Sen bir de Halk Demokrasilerini ve Sovyetlerin ve Stalin'in Halk Demokrasilerine yaklaşımını da bir incele. Göreceksin ki onlar da Proletarya Diktatörlüklerinin başka biçimleridir. Yeni şartlar yeni mücadele biçimlerine ve yeni proletarya diktatörlüğü biçimlerine olanak sağlar. Mikro-çipler temelinde yükselen doğrudan demokrasiyi önemsiz, hatta değersiz göstermek "İnternetin Ağında' kitabını anlamadığını gösterir. Mikro-çiplerin toplumsal üretimde elektrik gibi evrensellik kazandığını ve Lenin'in "komünizm = proletarya diktatörlüğü+ülkenin elektrifikasyonu" açıklamasını anlamadığını gösteriyor. Troçki, Tito, Kruşçev, Enver ve Mao yoluna sana iyi yolculuklar...”

İyi ki demişler, yazımızda eksik bıraktığımız noktalar ile ilgili olarak görüşlerimizi koymamız gerekliliğini bize hatırlattılar. Nedir bu noktalar; Halk Demokrasileri ve buna bağlı demokrasi mücadelesi.

Bu konuyu ele almadan önce KSG'li arkadaşların bir çarpıtmasını temizlemek gerekiyor. Yazımızda net bir şekilde ortaya koyduğumuz gibi; biz insanlığın elde ettiği her bir ilerlemeyi ve bunun komünizmin inşaasını ve mükemmelleşmesini kolaylaştırdığının çok ama çok iyi bilincinde ve farkındayız. Marks'ın ortaya koyduğu gibi sosyalizm insanlığın sosyalizmden önceki süreçlerde elde ettiği kazanımlar üzerine kurulacaktır ve kapitalizm her geçen gün komünizmin alt yapısını çok daha mükemmel şekilde hazırlamaktan kaçamamaktadır. Bu asalak kapitalistlerin insanlığı hele hele komünizmi sevdiklerinden değil, kendi karlarını maksimuma çıkartma arsızlıklarından ve üretim ilişkilerinin giderek daha da gelişmek durumunda oluşundan kaynaklanmaktadır. Buna bağlı olarak mikro çip teknolojisi de tıpkı tüm diğer gelişmeler gibi komünizmin inşaasını daha da mükemmel ve sorunsuz şekilde mümkün kıldığının çok iyi bilincindeyiz. Sırf KSG'li arkadaşlar kendi sapkın siyasetlerinin temeline mikro-çipleri koydular diye bu muazzam aracı görmezden gelecek ya da önemsizleştirecek değiliz. O nedenle bu konuda bizi bu aracın önemini kavramamakla suçlamaları tam bir çarpıtma çabasıdır. Bizim karşı çıktığımız şey arkadaşların bundan yola çıkarak proleterya diktatörlüğü dönemini anti Marksist-Leninist bir biçimde ele almalarıdır.

Bu noktada KSG'li arkadaşların Halk Demokrasilerinden yola çıkarak kendi sapkın siyasetlerini doğrulamaya çalışmalarını ele almak gerekmektedir. Arkadaşlar bu konuda da tam bir ham kafalılık sergilemektedirler. Sosyalizmin kuruluşunu tamamlamış, II. Dünya Savaşı sonrasında zafere ulaşan yeni sosyalist ve halk iktidarları ile çevresinde bir güvenlik çemberi oluşmuş Sovyetler Birliği gibi bir dayanağın olduğu, Çin'de devrimci güçlerin zafer kazanması ve Hindistan'da zafere yaklaşması ve bir çok gelişmiş kapitalist ülkede devrimci yapıların önemli güce kavuştuğu ve Sovyetler Birliği'nin desteği ile kapitalist kampa karşı demokrasi mücadelesinin öne çıkarıldığı, dahası Stalin tarafından bu dayanakla demokratik yollar kullanılarak burjuvazinin altedilebilceğinin ortaya konduğu koşullarda ortaya konan yaklaşımları Sovyetler Birliği'nin dağıtıldığı ve devrimci güçlerin son derce güçsüz olduğu bugünün koşullarına uyarlamaya çalışmak tam bir aymazlıktır. Dünyanın altıda birinde iktidarı eline geçirmiş halk güçlerine ve daha da önemlisi Sovyetler Birliği gibi büyük bir sosyalist gücün desteği ile kaybedecek bir damla kanı dahi kalmayan kapitalist kampa karşı son darbeyi vurmak için demokrasi mücadelesinin yükseltildiği, demokratik yöntemlerle iktidarın alınması durumunda burjuvazinin Sovyetler Birliği'ne rağmen halk güçlerine karşı darbe yapamayacağının ortaya konduğu koşulları bugünün dünyasına uyarlamaya çalışmak ve öylesi koşullarda ortaya çıkan Halk Demokrasilerindeki yöntemleri öne sürmek ML'yi anlamamak dahası onu çarpıtmak ve en güçlü silahlarından arındırmaktır. Evet benzer koşullarda yine benzer yöntemler gündeme gelebilir, ancak bugün ne yanabcı askeri üstler ve 50 bin silahlı ve enaz bir o kadar da sivil güçlerle işgal edilmiş ülkemizde, ne de dünyada bu yöntemleri öne sürebilecek koşullar söz konusu değildir. Bugün söz konusu olan koşullar Sovyetler Birliği'nin ortaya çıkması ile oluşan koşullardan çok daha geridedir. Ve bu koşullarda “demokratik yollarla iktidarı alabilriz” ya da iktidarı aldıktan sonra sömürücü sınıflar da dahil “her bir vatandaşa devlet yönetimine katılma hakkı tanıyacağız” şeklinde siyasetler öne sürmek Kautsky tipi tam bir reformistlik ve ham kafalılıktır.

Neyse ki bir senedir bu reformist ve ham kafa siyaset savunucuları ile yollarımızı ayrırmış durumdayız. Ve artık ML'den sapmadan kendi yolumuzda ilerleyebiliyoruz. Varsın onlar hala daha ayni teraneyi tekrarlasınlar ve bizi Troçkist, Titocu vs vs olarak karalamaya çalışsınlar. Onların sözünü dikkate alacak olursak zaten nüfusu yedi milyara yakın olan insanlık içerisinde sayıları 3-4 kişiyi geçmeyen KSG'lilerden başka Marksist-Leninist yoktur, öyle olduklarını savunanların hepsi de anti-Marksisttir. Dedik ya aynası iştir kişinin lafa bakılmaz...

1 Eylül 2012 Cumartesi

Geçit Yok Emperyalizme!

Birinci Dünya Savaşının ardından “yenik” ülkeler üzerinde yaratılan baskı ve 1929 Büyük Kapitalist Krizi ile emperyalist ülkeler arasında yükselen pazar kavgalarının sonucunda, Almanya’da yükselen devrimci hareketi bastırarak emperyalist güçlerin desteği ile Sovyetler Birliği’ne karşı iktidara taşınan Nazi faşizminin 1 Eylül 1939’da insanlığa karşı başlattığı İkinci Dünya Savaşı, 23 milyondan fazlası Sovyetler Birliği vatandaşı olan 73 milyondan fazla kişinin ölümüne yol açmıştır.
Dünya Sendikalar Federasyonu tarafından 1 Eylül gününü “Dünya Barış Günü” ilan etmesi ile on yıllardır bu gün ülkemizde ve dünyanın dört bir tarafında tüm dünyada halkların barış taleplerini ortaya koyduğu ve emperyalist güçlerin sömürüsüne karşı çıktığı birgün olarak kutlanmaktadır.
Bugün dünyamız İkinci Dünya Savaşı öncesindekine benzer büyük bir kapitalist kriz içerisindedir.
Ve yine benzer bir şekilde krizi yaratan sermaye sınıfı ve onların emperyalist devletleri krizin bedelini hem kendi ülkelerindeki hem de dünyanın dört bir tarafındaki biz işçi, emekçilere ödetmeye ve bizleri bir birimize düşman etmeye çalışmaktadırlar.
Ve yine, yeni sömürü alanları yaratmak için dünyayı kana bulamaya devam ediyorlar.
Kendi emperyalist çıkarları uğruna toplumlar arası çatışmaları ve katliamları yaratan ve on yıllardır ülkemizin bölünmesine neden olan bu güçler bugün yine ülkemiz üzerinde işgal ettikleri konumları ile bölge halklarına karşı savaş yürütmektedirler.
Ne acıdır ki, ülkemizde kendine “ilerici” diyen bir çok kesim kendi halklarına dahi düşman olan bu emperyalist güçlerden hala daha medet umabilmekte ve ülkemizin bölünmüşlüğüne son vermenin tek yolunu bu güçlerin çizdikleri parametreler içerisinde, yine bu güçlerin kurdukları görüşme masalarında görebilmektedirler.
Bizler bu güçlere güvenilemeyeceğini, dahası bu güçleri ülkemizden defetmediğimiz sürece ülkemize huzurun ve barışın gelemeyeceğini çok iyi biliyoruz!
Bizler ülkemizi yeniden birleştirmenin, dünya işçi, emekçi halklarının düşmanı olan bu güçlerin yarattıkları kendi ekonomik krizlerin bedelini ödemekten kurtulmanın ve dünyanın dört bir yanındaki milyarlarca işçi, emekçinin bir birimize düşman edilmemizi önlemenin yolunun bu bir avuç asalak sömürücü emperyalistten kurtulmak olduğunu çok iyi biliyoruz!
Ve biz çok iyi biliyoruz ki; ülkemizin yeniden birleşmesinin tek yolu, başta ülkemizdeki tüm işçi, emekçi ve demokrat ve devrimci kesimlerin ve bununla birlikte Türkiye, Yunanistan’daki sömürülen işçi, emekçi, ilerici, demokrat ve devrimci kardeşlerimizle birlikte oluşturacağımız ülkemizi bölen ve dünyayı yeni bir felakete sürükleyen emperyalistlere karşı birlikten geçmektedir!
Ülkemizdeki ve dünyadaki tüm işçi, emekçi halkların kardeşleşmesini sağlamak için,
Emperyalist güçlerin tüm askeri, siyasi ve ekonomik işgallerinden arındırılmış, işçi ve emekçilerin anti-emperyalist halk iktidarına dayalı bir ülke kurmak için,
İşçi, emekçilerin kendi kendilerini yönetecekleri, bugüne kadar dünya üzerinde uygulanmış en demokratik kurumlar olan işçi, emekçilerin kendi karar alma mekanizmaları Sovyet örgütlenmesini ve demokrasisini ülkemizde ve tüm dünyada hayata geçirmek için,
Her fırsatta yaptığımız gibi 1 Eylül’de de; Emperyalizme “Geçit Geçit Yok! – No Pasaran!” diye haykıracağız!
Yaşasın dünya işçi, emekçi halklarının kardeşliği ve sömürüye karşı ortak mücadelesi!

Yaşasın ülkemizin bölünmüşlüğüne ve işgaline karşı devrimci Anti-Emperyalist Birleşik Cephe mücadelesi!"

15 Ağustos 2012 Çarşamba

Tam demokrasi ve proleterya diktatörlüğü üzerine...

"2. KAPİTALİZMDEN KOMÜNİZME GEÇİŞ

.....
En elverişli gelişme koşulları içinde düşünülen kapitalist toplum, demokratik cumhuriyet biçiminde az çok tam bir demokrasi görünümündedir. Ama bu demokrasi, hep kapitalist sömürünün dar çerçevesi içine sıkışıp kalmıştır; bu yüzden, sonuçta hep azınlık için, yalnızca varlıklı sınıflar, yalnızca zenginler için bir demokrasi olarak kalır. Özgürlük, eski Yunan cumhuriyetlerinde neydiyse, kapitalist toplumda da, aşağı-yukarı o kalır: köle sahipleri için bir özgürlük. Kapitalist sömürü sonucu, bugünün ücretli köleleri, yoksulluk ve sefalet yüzünden öylesine bunalmış, öylesine bitkin bir durumda bulunuyorlar ki, "demokrasiye boş veriyorlar", "siyasaya boş veriyorlar" ve, olayların olağan, dingin akışı içinde, nüfusun büyük çoğunluğu siyasal ve toplumsal yaşamın dışına atılmış bulunuyor.

.....

Peki, siyasal bakımdan bilinçli ve etkin olan bu ücretli kölelerin —kapitalist toplumda gözlemlenen en yüksek— oranı nedir? 15 milyon ücretli işçi üzerinden bir milyon sosyal-demokrat parti üyesi! 15 milyon üzerinden 3 milyon sendikalı!

Çok küçük bir azınlık için demokrasi; zenginler için demokrasi: kapitalist toplumun demokratizmi işte budur. Kapitalist demokrasi mekanizması daha yakından incelendiğinde, her yerde, seçim yasasının "küçük" (sözde küçük) ayrıntılarında (oturma koşulları, kadınlara oy hakkı tanınmaması vb.), temsili kurulların işleyişinde, toplanma hakkına konulan fiili engellerde (kamu yapıları "sefiller"in toplantı yeri değildir), günlük basının kapitalistçe örgütlenmesinde vb., vb. —her yerde, demokratizme sınırlama üstüne sınırlama konduğu görülecektir. Yoksullar için bu sınırlamalar, uzaklaştırmalar, dıştalamalar, engeller, özellikle ne kendileri yoksulluk çekmiş, ne de ezilen sınıflar yığınlarının yaşamını yakından tanımış bulunan kimselerin gözüne küçük görünürler —ve burjuva gazete yazarı ve siyasacılarının onda dokuzunun, hatta yüzde doksan dokuzunun da durumu budur,— ama, hepsi biraraya gelince, bu kısıtlamalar yoksulları siyasetten, demokrasiye etkin katılımdan dıştalar, uzaklaştırırlar.

Marks, Komün deneyi üzerine yaptığı çözümlemede, "ezilenlere, dönem dönem, ezenler sınıfının temsilcileri arasından, birkaç yıl için, parlamentoda kendilerini kimin temsil edeceğini ve ayaklar altına alacağını kararlaştırma izni verilir!" dediği zaman, kapitalist demokrasinin bu özsel özelliğini yetkin bir biçimde kavramıştır.

Ama, bu —kaçınılmaz biçimde dar, yoksulları sinsice ezen, ve sonuç olarak ikiyüzlü ve yalancı- kapitalist demokrasiden başlayarak ilerlemek, burjuva profesörlerle küçük-burjuva oportünistlerin ileri sürdükleri gibi, dolambaçsız, dosdoğru ve çatışmasız bir biçimde "gitgide daha yetkin bir demokrasi"ye götürmez. Hayır. İleriye, yani komünizme doğru gidiş, proletarya diktatorası aracıyla yapılır; başka türlü, yapılamaz, çünkü sömürücü kapitalistlerin direncini kırabilecek başka hiçbir sınıf ve araç yoktur.

Oysa, proletarya diktatorası, yani ezilen sınıflar öncüsünün, ezenlerin sırtını yere getirmek için egemen sınıf olarak örgütlenmesi, demokrasinin yalın bir genişlemesiyle yetinemez.İlk kez olarak zenginler için değil, yoksullar için, halk için demokrasi durumuna gelmiş bulunan demokrasideki önemli bir genişleme ile birlikteproletarya diktatorası, ezenler, sömürenler, yani kapitalistler için bir dizi sınırlamalar da getirir. İnsanlığı ücretli kölelikten kurtarmak için bunların sırtını yere getirmek zorundayız; bu adamların direncini zorla kırmak gerekir; ve baskının olduğu yerde, özgürlüğün olmadığı, demokrasinin olmadığı apaçık bir şeydir.

Engels, okurun anımsayacağı gibi: "...proletarya devlete hala gereksinim duyduğu sürece, bunu hiç de özgürlük için değil, ama düşmanlarına karşı bastırmayı örgütlemek için duyar. Ve özgürlükten sözetmenin olanaklı duruma geldiği gün, devlet, devlet olarak varolmaktan çıkar," dediği Bebel'e mektubunda, bunu hayranlığa değer bir biçimde dile getirmiştir.
Halkın engin çoğunluğu için demokrasi ve sömürücüler için zora dayanan bastırma, yani demokrasiden dıştalama; kapitalizmden komünizme geçiş sırasında demokrasinin uğradığı değişiklik, işte böyle bir değişikliktir.

Ancak komünist toplumda, kapitalistlerin direnci kesin olarak kırıldığı, kapitalistler ortadan kalktığı ve sınıflar yokolduğu (yani toplumsal üretim araçlarıyla ilişkileri bakımından toplum üyeleri arasındaki ayrım silindiği) zaman, ancak o zamandır ki, "devlet ortadan kalkar veözgürlükten sözetmek olanaklı duruma gelir". Ancak ve ancak o zaman gerçekten tam, gerçekten hiçbir istisna tanımayan bir demokrasi olanaklı duruma gelecek ve uygulanacaktır. Ancak ve ancak o zaman demokrasi sönmeye başlayacaktır-şu basit nedenle ki, kapitalist kölelikten, kapitalist sömürünün sayısız korkunçluk, yabanıllık, saçmalık ve alçaklıklarından kurtulduktan sonra, insanlar, toplum biçiminde yaşamanın yüzyıllardan beri bilinen, binyıllar boyunca bütün törel buyruklarda yinelenen yalın kurallarına uymaya ve, hiçbir zor, hiçbir baskı, hiçbir bağımlılık olmaksızın, devlet adı verilen özel baskı aygıtı olmaksızın uymaya, yavaş yavaş alışacaklardır.

....

Demek ki, kapitalist toplumda, yalnızca kolu kanadı kırpılmış, sefil, bozulmuş bir demokrasiye, yalnızca zenginler için, azınlık için bir demokrasiye sahip bulunuruz.Proletarya diktatorası, yani komünizme geçiş dönemi, ilk kez olarak sömürücü bir azınlığın baskı altına alınmasının yanısırahalk için, çoğunluk için bir demokrasi gerçekleştirecektirAncak komünizm, gerçekten tam bir demokrasiyi gerçekleştirmeye yeteneklidir; ve demokrasi ne kadar tam olursa, o kadar gereksiz bir duruma gelecek ve kendiliğinden sönecektir.”



Viladimir İliç Lenin
Devlet ve Devrim
Marksist Devret Öğretisi ve Proletaryanın Devrimdeki Görevleri

1 Mayıs 2012 Salı

Omuz omuza mücadeledeyiz!

Sermaye sahibi küçük bir azınlığın geriye kalan büyük çoğunluğu sömürmesine dayalı emperyalist kapitalizm dünyamızı her geçen gün daha da barbarca bir düzene sürüklüyor.
Gelişen teknolojiye ve üretimdeki büyük artışa rağmen insanlığın çoğunluğunun yaşam düzeyi geriliyor, dünyadaki işsizlik, yoksulluk ve açlık artıyor.
Sermaye sahibi sömürücüler doymak bilmez kâr hırsları nedeniyle kendi sistemlerinin krizini ve bunun bedelini işçilere, emekçilere ödetmeye çalışıyorlar.
Patronların kendi açgözlülükleri nedeniyle uğradıkları zararlarını karşılamak için işçilerin, emekçilerin sosyal ve ekonomik hakları budanıyor, işten durdurmalar artıyor, halktan toplanan vergilerle ve halkın kurumlarının özelleştirilmesi yoluyla sömürücü asalaklara yeni rant kapıları açılıyor.
Sömürenlerin ve ezenlerin, insanlığı daha çok ve sorunsuz ezip sömürmek için oluşturdukları işbirliklerinin karşısına ezilenlerin, sömürülenlerin birliğinin çıkmasını engellemek için halklar arasına dini, milli ve diğer farklılıkları kullanarak kin ve düşmanlık tohumları ekilmeye çalışılıyor.
İnsanlık, işçileri ve emekçileri sömürerek zenginleşen patronlar olmadan da var olabilir, ancak patronlar sömürecekleri işçiler ve emekçiler olmadan var olamazlar!
İnsanlık sömürenlerin olmadığı bir dünyada refah içinde, adil bir düzen kurabilir, insanlığın tümü için gerekli olan üretimi planlayabilir ve herkesin en iyi şekilde yaşamak için ihtiyacı olana sahip olması sağlanabilir.
Bugün Yunanistan’da, İspanya’da, Amerika’da, Mısır’da, Türkiye’de, Kürdistan’da ve dünyanın dört bir yanında sermayenin saldırılarına karşı direnen işçiler ve emekçilerle birlikte mücadelemizi yükselterek birleştirmek için işçi sınıfının uluslararası mücadele ve dayanışma günü 1 Mayıs’ta meydanlardayız!
Sömürenlerin birliğine karşı, sömürülenlerin birliğini yükseltmek için, Kıbrıs’ta yaşayan ve sömürülen tüm işçiler, emekçiler 1 Mayıs’ta omuz omuza mücadele alanlarındayız!
Kıbrıs’ta yaşayan ve çalışan tüm işçilerin, emekçilerin yasal hakkı olan sendikal örgütlenme hakkımızı tüm işyerlerinde kullanalım, ekonomik haklarımızı korumak ve artırmak,  eşit işe eşit ücreti, insanların yaşamlarını insanca seviyelerde sürdürebilmesi için gereken ücreti elde edebilmek için bizim olan sendikalarda örgütlenelim!
Sömürenlerin barbarlık düzenini dağıtmak için halkların kardeşliğini ve sınıf mücadelesini yükseltelim, işçi sınıfı iktidarını kurmak için devrimci örgütlenmemizi artıralım!
Yaşasın daha iyi yaşam koşulları için mücadelemiz ve sendikal örgütlülüğümüz!
Yaşasın sömürüsüz bir düzen mücadelemiz ve devrimci sınıf örgütlenmemiz!
Yaşasın halkların kardeşliği, işçilerin-emekçilerin birliği!

Yaşasın işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü kızıl 1 Mayıs!

17 Nisan 2012 Salı

Lefkoşa Türk Belediyesi halkındır!

Lefkoşa Türk Belediyesi (LTB) çalışanına düşman, kendisine ve çevresindekilere rant sağlama peşindeki bir Belediye Başkanı, Belediye’de yaratılan sorunlarda pay sahibi olan ve kendini aklama peşindeki hükümet partisi ve Belediye’de at koşturan mafya odaklarına teslim edilemez!

LTB başta Lefkoşa halkı olmak üzere tüm toplumun malıdır.

• LTB’nin çilesini çeken belediye emekçileri güvenli bir işe ve geleceğe sahip olmalıdır!
• Belediye’ye yapılan partizanca kadrolamalar durdurulmalı ve belli odakların Belediye’ye soktuğu iş yapmayan kişilerin işlerine son verilmelidir!
• Tüm belediye emekçileri kadrolanmalı ve eşit haklara kavuşturulmalıdır!
• Belediye bütçesi tüm borçları, verilen ihaleleri ile çalışanın ve halkın bilgisine, denetimine açılmalı, usulsüz borçlanmalar ve ihaleler derhal durdurularak bunlarla ilgili yasal işlem başlatılmalıdır!
• Belediye emekçilerinin alınterlerinin karşılığı olan maaşları zamanında ve tam ödenmelidir!
• Belediye emekçilerine karşı başlatılan tutuklamalarla polis baskısına son verilmeli ve tüm davalar  geri çekilmelidir!

Belediyede yaşanan sorunların köklü çözümünün yolu ise belediyenin demokratik, katılımcı bir anlayışla tüm halkın denetim ve yönetimine açılmasıdır. Bunun için LTB’den başlayarak öncelikle belediye emekçileri ve bölgede yaşayan tüm işçi, emekçiler ve halkın komitelerde örgütlenerek kendi yönetim mekanizmalarını kurmalıdırlar.

• Belediyeyi Cemal’den, mafyadan ve Hükümet odaklarının partizanlıklarından kurtarmak için Belediye Halk Komitelerini kuralım!

• Lefkoşa Türk Belediyesi’nden başlayarak tüm ülkenin halk tarafından yönetildiği halk demokrasisi iktidarı için mücadeleyi yükseltelim!

8 Mart 2012 Perşembe

8 Mart Mücadele Günüdür ve Kızıldır!

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü fabrikalarda, atölyelerde, tarlalarda emeğini satarak yaşamını sürdüren emekçi kadınların günüdür.

8 Mart  erkek egemen toplum yapısı ve kapitalist sömürünün katmerli bir şekilde ezdiği kadınların mücadele günüdür!

8 Mart 1857 tarihinde ABD'nin New York kentinde daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başlayan kadın, erkek 40.000 dokuma işçisinin ve bu mücadelede katledilen çoğu kadın 129 emekçinin günüdür.

8 Mart Emperyalist, kapitalist barbarlık düzenine karşı mücadele eden kadınların ve onlarla omuz omuza yürüyen tüm sınıf kardeşlerinin mücadele günüdür.

Mücadeleyi, 8 Mart 1857'de katledilen 129 emekçinin anısını yaşatmak için 2. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında bu  günün “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak anılmasını sağlayan devrimci kadın önder Clara Zetkin gibi mücadeleye omuz vererek kazanacağız.

Mücadeleyi işçi kadınların örgütlerinde, sendikalarında, kendi sınıflarına ait örgütlerinde örgütlenmesi, birleşmesi, erkek yoldaşlarıyla omuz omuza mücadele etmesi, kararlara doğrudan katılması, uygulaması, denetlemesi, en nihayetinde devleti yöneten eşit yurttaşlar haline gelmesiyle kazanacağız.

Emekçi kadının kurtuluş yolu tıpkı erkek emekçi yoldaşı gibi, insanı da metalaştıran özel mülkiyet düzeninin yok edilmesidir, sosyalizmdir.

İnsanca yaşamak, köle değil özgür insan olmak için kadın-erkek el ele, sömürücü patronların saltanatını yıkmak için mücadeleye!

“Kurmaya talip olduğumuz dünyada, yalnızca sömürüyü değil,
her türlü tahakkümü de atacağız tarihin çöplüğüne...
İşte bu nedenle o günler, “Ekmek ve Gül”le betimlendi.”