28 Eylül 2013 Cumartesi

Teslimiyetin fotoğrafı...

İyi bakın bu fotoğrafa;
Devlet okullarında yüzlerce TL'lik kitapların ve üniformaların parayla satıldığı, okul sınıflarının yetersiz, sağlıksız koşullarda olduğu bir coğrafyada, milyon dolarlık bütçelerle yapılan camiler ve çocuklarımıza ücretsiz dağıtılan dini kitapların belgesidir gördüğünüz ve bir de toplumuna ihanet içerisinde olanların gülümseyen yüzlerinin yansıması!
Bizler daha çok cami ve dini kuşatma değil, daha çok okul ve bilimsel yayınlar istiyoruz çocuklarımıza, bizler egemenler karşısında eğilenlerin değil, başı dik, bedel ödeyebileceklerin yüzlerini görmek istiyoruz ülkemizde.
Mücadele sürüyor, sürecek; kendi ülkemizde egemenlerin karşısında boyun eğmeden dik durarak!
Mücadele sürüyor, sürecek; insanlık her türlü kısıtlayıcı düşüncelerden kurtulana dek!


2 Eylül 2013 Pazartesi

Sorumluluklarımız ve görevlerimizin bilincinde devrime hazırlanmak!


“Kıbrıs sorunu” olarak tanımladığımız olgu bir yandan Kıbrıs adasının tarih boyunca doğu Akdeniz’de sahip olduğu startejik önemi dolayısı ile diğer yandan ise özellikle son yarım yüzyılda her geçen gün daha da açık bir şekilde ortaya çıkan bölgedeki yeraltı kaynakları nedeniyle dünya üzerindeki egemen güçlerin kontrol altında tutmaya ve kendi hegemontyalarını ada üzerinde kurmaya çalışmaları sonucunda ortaya çıkan sorunlar yumağıdır. Emepryalist güçler olarak tanımladığımız söz konusu egemen güçler 20. Yüzyılın ortalarına kadar bölgeyi ve adayı sömürgeleştirerek kontrolleri altında tutarken, 20. Yüzyıl ile birlikte 1917 Büyük Ekim Sosyalist Devrimi’nin de yarattığı güçle yükselen sömürge karşıtı halk hareketleri sonucunda tüm sömürge ülkelerde olduğu gibi Kıbrıs adasında da açık sömörge yönetimi dışında emepryalist güçlerin kendi hegemonyalarını sürdürebilecekleri yeni yönetim modelleri devreye sokulmuştur. Ve bunun temel taşlarından birisi olan böl-yönet poletikası Kıbrıs’ta devreye sokularak ada üzerinde yaşayan farklı etnik kökenlere sahip toplumlar arasında çatışmalar yaratılmış, ada halkı bölünerek güçsüzleştirilmiş ve 1960’ta sözde bağımsız, gerçekte kesinkes emperyalist devletlere bağımlı bir cumhuriyet kurularak ada üzerindeki emperyalist hegemonyanın sürdürülmesinin koşulları yaratılmıştır.

Bu poletikanın bir devamı olarak cumhuriyetin kurulmasından sonra yaratılan toplumlar arası çatışmalar ve 1974 Yunan faşist juntası darbesi ile TC askeri işgali sonucunda ülke halkı coğrafik olarak da bölünmüş, adanın güney yarısı Yunanistan, kuzey yarısı ise TC devleti üzerinden emperyalizmin kontrolüne alınmıştır.

Bu bölünmeden öncelikle nasibini alan işçi sınıfı olmuştur. Ortak sendikal mücadelenin iki toplumdaki faşist yer altı örgütlenmelerinin baskı ve şiddeti ile bölünmesi, ortak bir coğrafyada yaşama ve ortak sosyal, toplumsal ya da ekonomik problemleri yaşayarak bunlara karşı ortak mücadeleler örgütlenmesi 1950'lerden başlayıp 1974 işgali ile tamamlanan bir süreçle engellenmiştir.

1974 sonrası özellikle TC işgali altında kalan kuzey coğrafya çok ciddi toplumsal dönüşümlere sahne olmuştur ve olmaya devam etmektedir. 1974 işgali ile başlayan adaya nüfus taşınması hala daha devam etmekte ve demografik yapı her geçen gün daha da bozulmaktadır. Adaya taşınan nüfusun bilinçli bir şekilde özellikle daha muhafazakar ve milliyetçi kesimlerden oluşturulması, daha aydın, demokrat olan kesimler üzerinde ise TC devletinin baskıcı hegemonyasını devam ettirmesi kuzey Kıbrıs coğrafyasındaki nüfusun önemli bir bölümünü oluşturan bu kesimin ülkedeki ilerici mücadelenin aktif bir parçası olmasını engellemektedir. Bunda elbette ki ülkedeki devrimci, demokrat örgütlenmelerin bu kesimlerle yeteri kadar ilişki kurmaması ve ortak mücadele zeminlerini yaratmamasının da etkisi bulunmaktadır.

Her şeye rağmen 1974 sonrası adaya taşınan nüfusun özellikle yeni kuşakları her geçen gün daha da yoğun bir şekilde ülke yaşamına bağlanmakta, ülke yaşam kültürü içerisinde büyümekte, hayat kurmaktadır. Ülke yaşam koşullarının çekiciliği ülkeye çalışmak ya da okumak için gelen kesimlerin dahi bir süre sonra ülke yaşamına adapte olmasını sağlamaktadır. 

Kuzey coğrafyada özellikle 1974 işgali sonrası gasp edilen Kıbrıslı Rum mülkleri üzerine kurulan ganimet düzeni, Özal dönemi ile toplumun büyük bir bölümünün üretimden koparılarak memurlaştırılması, oluşturulan toplumsal dinamikleri büyük bir yıkıma uğratmış ve kişileri bireysel çıkarları ön planda tutan, toplumsal değerlere önem vermeyen bir yapıya büründürmüştür.

Güney coğrafyada ise farklı bir yöntem izlenerek ekonomi dışa bağımlı bir şekilde geliştirilmiş ve geniş sosyal ve ekonomik haklara sahip olan ve dolayısı ile sınıfsal çelişkileri etkili bir şekilde hissetmeyen, sonuçta ise ülkenin emperyalist işgaline karşı tavır almayan bir toplumsal yapı yaratılmıştır.

Yani 1974 emperyalist işgali ile birlikte Kıbrıs hem ikiye bölünmüş hem de oluşturulan yeni işgal düzenine karşı toplumsal muhalefetin gelişmesinin önlenmesi için halkın geniş kesimleri çeşitli yöntemlerle düzene yamanmıştır. Ancak bugün gelinen aşamada ülkenin emperyalist işgal ile bölünmüş olan her iki coğrafyasında oluşturulmuş olan görece iyi yaşam koşulları gerek küresel kapitalist kriz, gerekse de ülkeyi işgal altında tutan emperyalist güçlerin yönetim planları nedeniyle sınıfsal çelişkiler giderek artmaktadır.

Tüm bunlar dikkate alındığında ülke işçi sınıfının bugün için tek başına örgütlenebilme ve kendi iktidarını kurabilme olanaklarının darlığı somut bir olgudur. Bu tespitten yola çıkıldığında; 1917 Sosyalist Ekim Devrimi ile ülkede örgütlenen Kıbrıs Komünist Partisi’nin Uluslararası Komünist Hareket ile uyumlu bir şekilde belirlediği Anti-Emperyalist  Birleşik Cephe siyaseti günün koşullarına uyarlanarak mücadelenin temel siyasetini oluşturmak durumundadır. Anti-emperyalist mücadele ülkenin emperyalist işgalini de hesaba katarak hem somut olarak kuzey coğrafyadaki emperyalizm destekli Türkiye işgaline karşı, hem de ada genelindeki tüm emperyalist işgale karşı yönelmek durumundadır. Ve bu yapılırken işçi sınıfı, emperyalist işgalden darbe yiyen tüm diğer toplumsal katmanlarla bir cephe siyaseti içerisinde örgütlenmek ve halk iktidarını kurmak dışında başka bir seçeneğe sahip değildir.

1960 Kıbrıs Cumhuriyeti ile ülkenin İngiliz sömürgesinden kurtarılarak belli toplumsal hakların elde edilmesi emperyalistlerin ülkenin kısmi bağımsızlığına yönelik saldırılarını teşhir etmenin bir aracı olarak kullanılabilir ve kullanılmalıdır. Ancak emperyalist güçlerin Kıbrıs üzerinden bölgedeki egemenliğini sürdürmesinin, dahası artırmasının bir planı dahilinde ülke halkının iradesi dışında oluşturulan ve bağımsızlığı dahi üç NATO üyesi ülkenin insafına bağlanan bir yapıyı halkın kendi iradesine dayalı bir çözüm modeli olarak savunmak mümkün değildir.

Komünistlerin ana hedefi toplumu ezen ve ezilen, sömüren ve sömürülen olarak bölen sınıfların ortaya çımasını sağlayan maddi dayanaklarını ortadan kaldırılması ve sınıfların sönerek yok olması ile birlikte sınıfsız bir toplumun yani komünizmin kurulmasıdır. Bu yeni toplum modelinde tüm üretim araçları toplumun tüm bireylerinin ortak mülkü haline getirilerek, toplumun her bir bireyinin her türlü ihtiyacının planlı toplumsal üretim yöntemi ile tam olarak karşılanması sağlanacaktır. Bilimsel sosyalizmin kurucuları olan Marks ve Engel’in ortaya koyduğu gibi; toplumlar tarihi ezen ve ezilen, sömüren ve sömürülen sınıfların mücadeleleri ve gelişen üretim ilişkileri ile birlikte toplumsal yapının buna uyum sağlamasına dayanmaktadır. Günümüz kapitalist üretim ilişkileri içerisinde de bu mücadele, mevcut üretim ilişkilerinde iktidarı elinde tutan ve kendi dışındaki tüm diğer sınıfları ezerek sömüren sermaye sınıfı ile ezilerek sömürülen ve bu sömürden kurtulabilmek için devrimcileşmek zorunda olan aynı zamanda da her geçen gün sayısı daha da artarak güçlenen ve işçi sınıfı arasındadır. Bu nedenle sınıfsız komünist bir toplumun kuruluşundan en fazla çıkarı olan ve dahası bunu başarabilmek için gerekli devrimci karaktere sahip olan  sadece işçi sınıfıdır. Bu olgu komünist toplumun kurlabilmesi için, işçi sınıfının kendi siyasal örgütlenmesini kurmasını ve sömürenlere karşı devrimini gerçekleştirerek kendi iktidarını kurmasını zorunlu kılmaktadır. Bunu başarabilmesi için bir yandan işçi sınıfı hareketinin gelişerek devrimci Marksist-Leninist sınıf siyaseti ile buluşması gerekirken, diğer yandan da bunu sağladığı koşullarda kendi ülkesinde iktidarı ele geçirebilecek düzeyde güce ulaşabilmesi gerekmektedir. Bunun için de işçi sınıfının o ülkede gelişmiş olması ve nüfusun önemli bir kesimini oluşturması gerekmektedir. Bunun olmadığı koşullarda devrimci işçi sınıfı direk olarak komünist toplumun inşaasını hedeflemeyen, ancak mevcut emperyalist kapitalizm düzenini geriletecek bir ara aşama olabilecek bir hedef için ülkedeki diğer ezilen, sömürülen sınıflar ve toplumsal katmanlarla ittifak siyaseti gütmek durumundadır. Bunu yapmasının nedeni kendi devrimini gerçekleştirebilecek bağımsız güce sahip olmaması ve böylesi bir ittifakla elde edilecek ara hedef sayesinde hem ülkedeki emperyalist kapitalizmin geriletilecek oluşu hem de bu koşullarda kendi bağımsız sınıf örgütlenmesini daha da güçlendirebilecek oluşudur. Bu işçi sınıfına kendi devrimini yapabilmesi için daha uygun koşullar sağlayacaktır. İşçi sınıfı diğer ezilen, sömürlen sınıflarla ittifak yaparken kendi ana hedefinin tüm diğer sınıfların da, hatta kapitalistlerin bile çıkarı olan sınıfsız komünist toplumu kurmak olduğunu saklama ihtiyacı hissetmez.

Bu noktada Kıbrıs halkının kendi iradesini kendi ellerine alması ve yeniden ortak bir vatana dönüştürülmesi için mücadelenin temeli emperyalist işgale karşı tüm anti-emperyalist kesimleri kapsayacak olan birleşik bir cephenin kurulması ve ülke üzerindeki tüm emperyalist hegemonyayı dağıtarak halk iktidarının kurulmasıdır. Bu mücadele bir süreci gerektirmektedir ve belli aşamalardan geçmek durumundadır. Öncelikle ülke işçi sınıfının gerek kuzey, gerekse güney, gerek yerli nüfus gerekse sonradan ülkeye gelerek yerleşen ve geleceğini bu coğrafyada gören göçmen işçi nüfusun, kendi devrimci sınıf örgütlenmesini yaratması ve mücadelenin önderliğini üstlenmesi bir zorunluluktur. Bu olmadan böylesi devrimci bir mücadelede daha tutarsız yer alabilecek kesimlerin anti-emperyalist siyasete çekmek ve mücadelenin bir parçası haline dönüşmelerini sağlamak çok olası değildir. Bunu başarabilmek için işçi sınıfının kendi devrimci sınıf örgütlenmesini sağlamak gerekliliğinden yola çıkıldığında önümüzde duran temel soru bunun nasıl başarılabileceğidir.

Yukarıda kısaca özetlediğimiz toplumsal yapılanmada, gerek dünyada, gerekse ülkede yaşanan değişimler dikkate alındığında önümüzdeki dönemde ciddi farklılaşmalara gebe olduğu görülebilmektedir. Sınıfsal çelişkilerin giderek arttığı bu coğrafyada işçi sınıfının devrimci sınıf örgütlenmesinin elde edilebilmesinin önemli bir koşulu olan devrimci önderliğin oluşturulması bugün için ortada duran en önemli eksikliklerin başında gelmektedir. Kendisini devrimci siyaset ile donatan, başta işçi, emekçi kesimler ve diğer demokrat kesimler içerisinde en geniş şekilde bağlar kuran, güven kazanan ve günü geldiğinde işçi, emekçi kitlelerin hareketlenmesi ile birlikte devrimci siyasetin kitlelerle buluşmasını sağlayabilecek olan güçlü bir devrimci siyasal örgütlenmenin kurulması gerekmektedir.

Mücadelenin bir diğer ayağı ise enternasyonal bağlamda ele alınmak durumundadır. Kıbrıs halkının devasa emperyalist güçler karşısındaki zayıflığını yenmenin yolu başta Türkiye, Yunanistan, İngiltere olmak üzere bölge ve dünya devrimci güçleri ile dayanışmayı ve emperyalizme karşı ortak mücadeleyi örmektir.

Bu nedenle Kıbrıs devrimcilerinin, komünistlerinin görevi bir yandan önümüzdeki süreçte kaçınılmaz olarak yükselecek olan sınıfsal çelişkileri ve toplumsal hareketlenmeleri doğru siyasi bir çizgiye oturtabilecek devrimci siyasal örgütlülüğü yılmadan, sabırla kurmak, diğer yandan da mücadelenin enternasyonalliğini dikkate alarak dünya devrimci güçleri ile bağları güçlendirmek olmalıdır.

Bu bağlamda Devrimci Komünist Birlik bugün için ana görevin anti-emeperyalist bir cephenin kurulması değil, bu cephenin kurulmasında ana güç olacak olan işçi sınıfının siyasi örgütlülüğünün elde edilmesi olduğu tespitini yapmaktadır. Bunun elde edilebilmesi için ise bir yandan işçi sınıfının kendi bağımsız sendikal örgütlenmesi için gerekli adımları atmak, diğer yandan ise işçi sınıfı hareketi ile birleşecek olan devrimci bir siyasal önderliğin oluşturulması için yılmadan çalışmak gerekmektedir. Devrimci siyasal önderliğin oluşturulabilmesi için öncelikle ülkenin sadece kuzeyi ile de kısıtlı kalmayacak olan ve tüm ülkedeki devrimci, komünist unsurları biraraya getirecek ve bu unsurları devrimci Marksist-Leninist teori ile donatacak bir çalışma yürütülmesi en önemli sorunlardandır. Bunun yapılabilmesi için ise her türlü sekterlikten kurtularak, gücümüzün bilincinde, gerek güney coğrafyada gelişen ekonomik sorunlar nedeniyle hareketlenen, gerekse kuzey coğrafyada uygulanan sömürgeci işgal poletikalarına karşı tavrı alan kesimler içerisinde yılmadan çalışmak gerekmektedir. Bu çalışma hem öncelikli görevimiz olan devrimci siyasal önderliğin oluşturulması için kadroların kazanılması, hem de toplumsal dinamiklerin devrimcileşmesi için üzrimize düşen görevleri yerine getirmek açısından olmazsa olmazdır.

Gerek ülkemizin bölünmüş her iki yarısında, gerekse dünyada emperyalist kapitalizmden kaynaklanan sorunlar hem ülkemizde, hemde dünyada işçi, emekçi yığınları hareketlendirmekte ve yeni bir devrimler dönemini aralamaktadır. Bugüne kadar yaşanan tüm devrimci deneyimler göstermiştir ki toplumun işçi, emekçi kitleleri içerisinde dahi çok geniş bir şekilde hakim olan egemen bakış açılarının değişmesi akşamdan sabaha olamaz. Yaşanan her türlü olumlu yada olumsuz deneyim kitlelerin yaşam içerisinde doğru ve yanlış yaklaşımları algılamalarını ve devrimcileşmelerini sağlamaktadır. Bunun anlamı düne kadar egemen ve hatta gerici siyasetleri destekleyen kesimlerin ve bu kesimlerin örgütlerinin yaşanan deneyimler sonucunda, deyim yerindeyse kafalarını duvara vura vura, savundukları hatalı siyasetlerden kopmak ve dahası devrimcileşmek durumunda olduklarıdır. Elbette bu kesimlerin devrimcileşmesinin bir garantisi yoktur ancak bizlere düşen yılmadan, usanmadan başta işçi, emekçi kitleler olmak üzere ve ülke koşulalrımızın bize dayattığı işçi-mekçi kesiler dışındaki anti-emperyalist ittifak kurma zorunda olduğumuz kesimler içerisinde de kokmadan çalışmak ve devrimci siyasetleri yaymaktır. Sonuç olarak içinde olduğumuz dönemde tüm dünya devrimcilerine ve tabiki bizlere önemli sorumluluklar ve görevler düşmektedir. Bu sorumlulukları ve görevleri yerine getirebilmek için hazırlanmak ve adım adım mücadeleyi yükseltmek zorundayız.

Bu görüşlerden hareketle Devrimci Komünist Birlik kendi ruhunu kurtarmak için keskin ve büyük laflarla iş yapar görünmeyi değil, üzerine düşen sorumlulukların ve görevlerin bilincinde günün sonunda ulaşmayı hedeflediği güçlü bir devrimci siyasal önderliği kurmak, bunu yapabilmek için tüm ülkeyi kapsayan devrimci kadroları bir çatı altında toplayıp devrimci Marksist-Leninist teori ile donatmak ve bununla birlikte giderek ülke işçi sınıfı içerisinde kök salan devimci komünist bir partiyi yaratmak için planlı ve bilinçli bir şekilde çalışmalarını sürdürmektedir.